0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

18. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

18. Çiçekli Elbise.

Ruhlarımızdaki ışık birbirine yansıyordu, karanlık da.

"Anneni öptün, beni öpmeyecek misin Karina?" diye sordu Deren, kızıma.

Karina Türkçe'yi çok iyi bilmiyordu ama o an Deren'i anladı ve utandığını gösteren şekilde alt dudağını ısırıp bana baktı. Benden onay beklediğini fark edince kafamı salladım ve Karina diğer yanağını ona uzattı. Deren eğilip onun yanağından öperken kızımı seviyormuş gibi gülümsedi.

O saniyeden sonra, "Baba!" Diyerek babasını Karina'dan uzaklaştırdı Nil, tatlı bir kıskançlıkla.

Karina kaşlarını çatıp geri çekilirken, Deren'de Nil'e dönüp kızgın suratına karşı dudaklarını kıvırdı. Nil'in onu kıskanmasına çok alışkındı ama ben Nil'in Karina'yı kıskanmasına alışkın değildim. Karina Nil'e dil çıkarıp bana dönerken elindeki çiçeği uzattı. O çiçeği Deren vermişti, kırmızı bir laleydi. Karina, Deren o çiçeği verdiğinden sonra burnuna götürüp koklamış, ara ara da Deren'e utanmış halde bakmıştı. Bir erkekle ilk kez yakınlık kuruyordu.

Denizden bir dalga gelince Karina'nın üzerindeki o çiçekli elbise hafifçe ıslandı ve bu, babasının kucağına çıkmaya çalışan Nil'i gülümsetti. O yaz gelmişti, hava sıcaktı ve sıcak dalgalar ara ara denizin kenarındaki vücutlarımıza değiyordu. Üzerimde, neden giydiğini anlamadığım, Karina'nınkine benzeyen bir çiçekli elbise vardı. Sanırım Karina'yı çok özlediğim için ona benzemek istemiştim. Buraya ne zaman geldiğimizi de hatırlamıyordum, şu anın içindeydim. Sadece o yazın geldiğini ve Karina'nın ona aldığım elbiseyi giydiğini farkındaydım.

Sonunda o çiçekli elbiseyi giyiyordu.

Gülümseyip Karina'nın üstüne dokundum, "Sana çok yakışacağını biliyordum," dedim.

Nil'i kumlara yatıran Deren, "Sana da çok yakıştı," dedi, üzerime bakarak. Ben de vücudumda hafifçe uçuşan elbiseyi süzdüm. Beyaz rengindeydi ve üzerinde küçük, pembe, kırmızı renklerinde çiçekler vardı.

"Böyle bir elbisem olduğunu hatırlamıyorum," dedim.

"Ben aldım ya," dedi Deren, gözlerime, ruhumu görüyormuş gibi bakarken. Sanki ruhumda bir ayna vardı ve onun gözlerine içim yansımıştı. Ancak, ben, kalbimden böyle bakabilirdim ona.

"Hiç çiçekli elbise giymemiştim," dedim.

"Karina'nın zaten vardı," dedi. "Ben de Nille sana aldım."

Şaşkınca Nil'in ne giydiğine bir daha baktım. O da çiçekli elbise giyinmişti. Üçümüzün elbisesi de birbirine benziyordu. Bir de Deren'in üstüne baktım, onda beyaz tişört ile siyah pantolon vardı. "Sen de çiçekli gömlek giyseydin," dedim, azarlayarak.

Yüzünü buruşturdu. "Saçmalama Karmen! Daha neler!"

Bu huyu hâlâ aynıydı. Hemen kızıyordu.

"Neden, biz çiçekli elbise giyinmişiz?"

Nil onun suratına bir avuç kum serperken, "Size yakışıyor da giyiyorsunuz," dedi Deren. "Bana yakışır mı hiç? Sen yakıştırır mısın bana?"

Düşündüm de... hayır.

Yine de bunu ona söylemedim, elimi tutan Karina'ya dönüp baktım. Nil'i izliyordu, sanırım Deren'e bulaşması ilgisini çekiyordu. Deren Nil'i kumların üstüne yatırınca Nil'in attığı neşeli çığlık Karina'yı daha da meraklandırdı. "Baba, ağzıma kum giydi! N'apıyorsun!"

"Sen utanmadan babanın suratına kum çarparken iyiydi Nil. Benim de gözlerime geldi." Böyle demesine rağmen Deren cidden ağzını açıp Nil'i kontrol etti.

"Kayina, yardım et!" Nil babasının kollarından kurtulmak için elini kızıma utanınca, Karina kararsız kalmış gibi geldi ve sonra kucağımdan kalkıp Nil'in elini tuttu. Onu çekmeye çalışırken de Deren'i azarladı. "Nil'i bıyak, oyun oynayacağız biz!"

"Bırakamam güzelim, bırakamam," dedi Deren.

Karina bu kez benim de yapabileceğim şekilde vücuduyla Deren'i itmeye çalışıp, "Anne!" Diye çığlık attı. "Yardım et."

Ona taktik verip, "Sırtına çık, saçlarını çek," dedim.

Karina söylediklerimi yapmak için Deren'in sırtına çıktı ve onun saçlarını çekmeye çalıştı. Ama Deren'in saçları çekilmeyecek, tutulmayacak kadar kısaydı. Bu yüzden Karina dehşete düşmüş yüz ifadesiyle bana bakarak, "Kel," dedi.

Sonra Deren onu bir anda tutup sırtından kaldırdı ve Nil'in yanına, kumun üstüne yatırıp ikisini birden gıdıklamaya başladı. Nille Karina el ele tutuşup kurtulmak için savaşırken ben hayretle izliyordum. Karina'yı Derenle ne zaman tanıştırmıştım acaba, hatırlayamıyordum. 

Etrafa baktım. Bizden başka kimse yoktu. Sadece biz vardık.

"Anne, yardım et."

"Kaymen, babama bir şey söyle!"

Nil ile Karina'nın sesine kulak verip Deren'in ellerine uzandım ve kızların üzerinden çekmek için sıkıca tuttum. Deren başını kaldırıp dudağındaki bir gülümsemeyle bana bakınca da gözlerim kamaşmaya başladı. Ah, ilk kez böyle gülümsediğini görüyordum. Nil'e kavuştuğu için çok mutlu olmalıydı. Karina ile Nil kurtulup ayağa kalkarken, Deren'e doğru suçlulukla fısıldadım. "Beni affettin mi?"

Gülümsemesi genişledi. "Affettim."

Affetmiş beni ama hatırlamıyordum. Acaba öğrendiğinde nasıl hissetmişti? Çok acı çekmiş miydi? Yangın ne zaman başlayıp ne zaman bitmişti? "Gerçekten affettin mi? Nil'e hiç zarar vermek istemedim. Hatta onu çok sevdim."

Elini yüzüme getirip koydu ama... hissetmedim. Elinin yanağımda olduğunu görüp hissetmemek beni ürpertti. "Beni de sevdin," dedi, öğrenmiş gibi.

Alt dudağımı ısırıp başımı eğdim. Bunu ona da mı söylemiştim? Yalnızca Nil'e söylediğimi hatırlıyordum, acaba bu küçük tırtıl babasına mı yetiştirmişti? Dönüp baktığımda onun Karina ile ayaklarını denize soktuklarını gördüm. 

"Sevdim mi?" dedim, ne zaman söylediğimi düşünerek.

Başını ağır ağır salladı. "Sevdin."

Dudaklarım ikiye ayrıldı ve güneş ışıkları yüzüme çarptı, gülümsememi gölgede bıraktı. Elbisemin üstündeki çiçeklere bakarak, "Sen sevdin mi peki?" diye sordum.

"Kimi?"

"Karina'mı? Onu sevdin mi? Babası sevmemişti."

"Sevdim. Nil'in kardeşi artık o."

Kendimi, çiçekli elbisemi, elimde bir silah değil de çiçek olmasını yadırgayıp Nil ile Karina'ya yeniden baktım. Nil Karina'dan daha büyüktü, korkmasın diye onun elini hiç bırakmadan nasıl denize ayaklarını sokacağını gösteriyordu. Karina korkak bir kız değildi ama Nil'in elini sıkıca tutmuş, kafasını sallıyordu söylediklerine. "Anladın mı Kayina? Su bir şey yapmaz ki. Koykma tamam mı, ben seni bırakmayacağım."

Karina'ya bakıp gülümsedim. Artık yanımdaydı, hep benimle kalacaktı. Onu o kadar çok özlemiştim ki, yanımdan ayrılmasını istemiyordum. Saçları uzamış, benim gibi omuzlarına kadar gelmişti. 

Nil, Karina onun sözünü dinlediği için eğilip yanağından öptü.

Ne kadar mı güzel? Gerçek olmayacak kadar.

"Karina'yı sen mi buldun?" dedim Deren'e dönerek. Gözlerini kırpmadan beni izlerken yakaladım onu. Bir kabahat işlemişim gibi bakıyordu. Sanki... onu kendime aşık etmişim gibi bakıyordu.

"Ben buldum." Elini benden tamamen çekti. "Sen benim kızımı kaybettin, ben seninkini buldum."

Denizden gelen ufak bir dalga okşadı pürüzlü duygularımı. Göremediğim, soyut bir his etrafımı sararken utanan, suçlu gözlerle Deren'e baktım. Nil'e, "Tırtılım, daha fazla ilerlemeyin," diye seslendi.

Karina, "Tırtıl ne?" diye sordu.

Nil kendisini gösterdi. "Benim işte Kayina."

Karina kafası karışmış gibi bize bakınca, "Aslında sen artık bir tırtıldan çok kelebeksin," dedi Deren, Nil'e. Evet öyleydi, çünkü o büyümüştü. Tırtılken kozasından çıkıp kelebek olmuştu. "Tırtıl da sensin Karina."

Nil ile Karina anlamamış gibi birbirlerine döndüler ve sonra kafa salladılar. Demek Nil kelebeğe dönüşmüşken Karina'da tırtıl olmuştu. Yüzüme gelen saçı üfleyip Deren'e dönerken, "Neden hiç acı çekmedim?" diye sordum. Eline uzanıp kavradım ama tutuyor olmama rağmen onu hissedemedim. "Öğrendiklerinden sonra acı çekmeliyim. Canım yanmalıydı. Ağlamalıydım."

Kara gözleri derinden bir acıyla kamaşıp kısıldılar ve sonra benden kaçtılar. Boşluğa doğru yutkunarak bakarken, "Daha fazla canın yanamaz," diye fısıldadı. "Acıdım sana. Canını bile yakmayacak kadar acıdım. Karina'nın sana bir daha geri dönmeyecek olması senin en büyük cezan. Zaten bundan daha fazla canını yakamazdım." Nasıl Karina bir daha bana geri dönmeyecekti? Buradaydı işte, Nil'in elinden tutmuştu. Hem... çiçekli elbisesini bile giyinmişti. "O yaz hiç gelmedi Karmen, Karina o elbiseyi hiç giymedi."

Sonra bir şimşek çakması, gri bulutlar, Nil'in ağlayarak babasına koşması ve Karina'nın kayıplara karışması. Gök gürültüleri ve sessiz ağlayışım. O yazın ve Karina'nın o çiçekli elbisesini hiç giymeden beri terk edişi...

🎠

Uyandığımdan beri Karina'mın çiçekli elbisesini ellerimde tutuyordum.

Karina'yı ilk kez rüyamda görmüştüm. Suçlusunun kim olduğunu öğrendiğim gecede.

Aylar sonra Kalbim Karina'ma ilk kez bu kadar yaklaşmıştım. Elbisesine dokunup kucağımda tutmuştum. Kollarım arasındaki ağırlığının farkına varıp göz süzüşünü izlemiştim. Keşke rüyadayken... Rüyama girmişken bir tane de öpseydim, çok içimde kalmıştı.

İçimde bıraktı, kızımla ilgili her şeyi içimde bıraktı.

Ben artık kelimelere dokunmuyordum ama onlar bana dokunuyordu. Göğüs kafesime kadar ilerleyip kalbimi bulabiliyordu. Dün akşam öğrendiklerimden kendime gelememiştim, eve geldikten sonra yalnızca düşünmüştüm. Artık planlarım kendiliğinden değişmişti. Ölmeden önce Rusya'ya gitmeliydim. Mark'ı da öldürmeliydim. Nil'i verecek yeni bir plana ihtiyacım vardı. Nil'i bir an önce teslim edip kaçmalıydım. 

Mark kızımı kaçırtıp bir sokak çetesinin vicdanına bırakmıştı.

O sokak çetesi de Karina'yı her şekilde incitmişti.

Feda'yı öldürmemiştim. Öldürecektim. Sadece ölüm vaktini uzatıyordum. Acı çekmesi, Karina gibi ona ne olacağını korkuyla beklemesini istiyordum.

Düşünmeliydim, Nil'i nasıl geri vereceğimi. İtiraf ederek veremezdim, çünkü kaçıp gidemezdim. Bir planla onu vermeli ve sonra Türkiye'den gitmeliydim.

"Yaman'dan saatlerdir haber alamıyoruz Karmen, kesin Derya bir şey yaptı."

Gözlerim Gece'yi bulmuştu bile. Odanın içinde dört dönüyordu. "Telefonu kapalı çalıyor. Sen Feda'yı aldın ama belki de Derya bunun bedelini Yaman'a ödetecek."

Gece haklıydı, bir şey yapmış olabilirdi. Yaman'ı aramam lazımdı ama... saatlerdir çok şaşkın ve nefret doluydum, yerimden kıpırdayamamıştım.

"Karmen, kendine gel artık." Gece eğilip omuzlarımdan tuttu ve hafifçe sarstı. "Tamam, öğrendiklerin çok kötü, şoktasın... Ama Yaman'a bir şey olursa bunu sürdüremeyiz. Bir şey yapman lazım, Yaman'ı yalnız bırakamayız."

Ruhsuzca kalktım ve konuşamadan ona kafamı salladım. Uyuşmuş bacaklarımla beraber aşağıya inerken gözlerimden adeta hüzün akıyordu. Nil'i kanepede, elindeki çikolatayı yerken buldum. Ona bile gülümseyemedim ve kendisi beni izlerken, koltuktaki telefonumu aldım. Çikolata olmuş elini gösterdi. "Kaymen, bak kaka."

Beni kandırmaya çalışması karşısında burnumu çekip gözyaşlarımı geri ittim ve telefonumla üst kata çıktım. Saatlerdir kendimde olmadığım için telefonuma göz atmamıştım. Şimdi baktığımda cevapsız çağrılar görüyordum. Önceliği istemsiz olarak Deren'in aramalarına verdim ve en son sabaha karşı beni aradığını görüp ben de onu aradım. Yatağımın ucuna oturup tekrar çiçekli elbiseye bakarken, "Sonunda zahmet edip açtın," diyen kızgın sesini duydum. "Ben sana ulaşamayacaksam telefonu neden taşıyorsun?”

Sesini duyunca ağlama isteğim katlandı. Deren keşke her istediğimde yanımda olsan, keşke bunun olması için bu kadar engel olmasa. "Yine mi konuşmama oyunu?" dedi cevap vermediğimde. "Ama ben sesini seviyorum."

"Kaba bir sesim var," dedim.

"Derin ve boğuk," diye düzeltti. "Biraz da kızgın ve sitemli. Böyle olmasının bir anlamı var gibi ama henüz öğrenemedim."

Onun umurunda olmamak için direniyorum ama bir şekilde umurunda oluyorum.

"Deren?"

"Hıı?"

"Sonu haricinde... rüyam çok güzeldi."

Bekledi. "Ne rüyası?"

"Rüyamda seni gördüm," dedim titrek şekilde iç çekerek. Dişlerim titreyen alt dudağıma hafifçe vuruyordu. "Deniz kenarındaydık. Üzerimde güzel bir elbise vardı."

"Nasıl bir elbiseydi?"

"Beyaz, üzerinde kırmızı, pembe çiçekleri olan bir elbise." Gerçek olmasını o kadar istedim ki, sanki hâlâ oraya aittim. "Yanımızda... Nil'de vardı."

Yutkunarak nefes alıp verdi. "Nil, sen ve ben öyle mi?"

Bir de Karina'm.

"Hıhı."

Konuşmaya devam etmek için zamana ihtiyacı varmış gibi duraksadı. "Seni hiç çiçekli elbiseyle görmedim," dedi.

"Ben de kendimi görmemiştim."

Bir korna sesi duyduğumda onun trafikte olduğunu anladım. Nereye gittiğini bilmeye o kadar alışmıştım ki, "Nereye gidiyorsun?" diye sordum.

"Karışık şeyler oldu," dedi. "Söylediğine göre Derya birisini bulmuş, Nil'i kaçırdığını düşünüyormuş. Ne sallıyor diye öğrenmeye gidiyorum."

Şüpheyle Gece'ye baktım, merakla telefon konuşmamı dinliyordu. "Kimi bulmuş?"

"Anlatacakmış," dediğinde, oturduğum yerden kalkıp, "Nerede olduğunu söylersen ben de gelirim," dedim. "Derya senden hazzetmiyor, belki başka planları vardır. Yanında olurum."

"Ne gereği var?" dedi.

"Dedim ya belki sana yalan söylüyordur."

"Bu konuda yalan söylemeye cesaret edemez."

Israrcı görünmemeye çalışıp, "Yine de tedbir," dedim.

"Korumayım zaten, sence birine ihtiyacım var mı?"

Uzatmasına sinir olup, "Sol kolun bıçaklandı ve sol kolunu kullanman gereken bir durum olur da hazırlıklısız yakalanırsan?" dedim.

"Sağ kolumu kullanırım."

"Deren..."

"Tamam, aklın bende kalacağına gel madem." Sesi uzaklaşmaya başladı. "Telefonuna konumu atarım."

"Tamam canım."

Telefonu kapattığımda dakikalardır bizi dinleyen Gece gergin şekilde, "Canım?" dedi. "Siz işi ilerlettiniz sanırım?"

Mesaj gelince Gece'nin yanından çekildim ve aynanın önünden geçerken hâlâ aynı kıyafetlerin içinde olduğumu gördüm. Deren'in dikkatini çekecek olabilirdi, değiştirmeliydim. Dolabımdan bir siyah, kalçamın altında biten şortla siyah askılı aldım ve çamaşırlarımın üzerine giydim. Üzerime de siyah, oversize deri ceketimi alıp giyinirken, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Yaman n'olacak."

"Bulacağım onu, merak etme," dedim.

"Karmen, bu böyle devam edemez," dedi, panik haliyle. Geceden beri kaygılıydı. "Nil'i verip bir an önce bitirelim bu işi. Sonra yurt dışına kaç, abinler o adamı öldürmene yardım ederler. Ama n'olur... Bitirelim bu işi artık, her dakika köşeye sıkışıyoruz."

"Halledeceğim ama..." alnımda biriken teri sildim. "Nil'i nasıl vereceğimi bilmiyorum."

"Güvenli bir yere bırakıp kaçalım işte, neyi bekliyoruz?"

Tamam, evet, doğru... Ama bir anda, böyle plansız olmazdı. Nil konuşacaktı, her şeyi biliyordu, bunu da önlemem lazımdı. "O kadar basit mi Gece? Nil babasıyla bir araya geldiğinde bir şey anlatmayacak mı sanıyorsun?"

Gücü çekilmiş gibi yatağın ucuna oturup titreyen ellerini saçlarında gezdirdi. "Çok aptalız. Neden kendimize takma isimler bulmadık ki?"

"Hatırlatırım ki onunla bir anda yatağımda uyandım. Bunu düşecek zamanım olmamıştı."

Şapkamı kafama taktım ve telefonumu alıp aşağıya indim. Gözlerim tırtılımı hemen buldu. Perdeyi açmış camdan dışarıya bakıyordu. Etrafta yaşayan pek insan olmasa da tedirgin olup yanına gittim. "N'apıyorsun?" diye sordum.

"Annemle babamı bekliyoyum," dedi.

Yaşlar akmasın diye gözlerimi tavana doğru kaydırdım. "Babanla konuştum. Çok az işi kalmış Nil, dönecek." O bana sormadan önce ben söyledim. "Seninle konuşmazmış, çünkü seni çok özlemiş, konuşursa ağlarmış özlemden... O yüzden sen Nil'e söyle dedi." Yüzüme karşı yalancı, yalancı, diye bağıracakmış gibi geldi.

"Benim babam ağlamaz biy keye." Bana dilini çıkardı.

Ağlamazdı. Ben ağlatana kadar.

"Ben de ağlamazdım kolay kolay. Ama Karina için çok ağladım. Anne babalar çocukları için ağlar."

"Kayina gelecek mi? Onunla oynayayım bayi!"

"Gelemeyeceğini söylemiştim." Elimi itmesinden korkarak saçlarına uzattım, başının tepesinden aşağıya doğru okşadım. "Ama Karina'yı, onun fotoğrafını hiç unutma olur mu Nil? Onu benimle hatırlayan birileri olsun istiyorum."

Ben ona korkuyla dokunurken o bana kararsızlıkla dokundu. Küçük parmaklarının uçları ıslak kirpiklerime değdi. "Niye ağlıyorsun?"

Acıdım sana. Canını bile yakmayacak kadar acıdım. Karina'nın sana bir daha geri dönmeyecek olması senin en büyük cezan.

"Biraz, boğazım acıyor.”

Parmakları kirpiklerimde dolaşıp birkaç damlayı sildi ve eğilip boynumdan öptü. "Öptüm, geçey şimdi, geçey."

Gözyaşlarımın ışıltısı gülüşüme karıştı. Öpücüğü gerçekten bir şeyi geçirmişti. Yanağından makas alıp kalktım ve onu da kucaklayıp koltuğa götürdüm. Bir çizgi film açıp ilgisini verdiğinde de yanından ayrılıp evden çıktım.

Deren'in gönderdiği adrese ulaştığımda onun ve Derya'nın arabasını gördüm. Burası... geçtiğimiz günlerde Deren ile geldiğimiz yerdi. Edip Akşın çete üyesini bulduğunda bizi buraya çağırmıştı. Aracımdan inip ilerledim ve ağır kapıyı ittiğimde, adamların ikisi de bana döndü. Deren, burada olmamla ilgili kararsızlıklarını gözlerinde taşıyarak bana bakarken, Derya'nın dudaklarında aşina olduğum bir gizemli gülüş saklıydı.

Sebebi açıktı.

Tahmin ettiğim gibi, Nalan'ı kurtarırken Yaman'ı da tuzağa düşürüp almıştı.

"Sen nereden çıktın?" dedi Derya.

Pislik, diye çığlık atacaktım şimdi.

"Yumurtadan," dedi Deren.

Bunun üzerine, "Küçük tavuk," diyerek alay etti Derya.

"Geri zekâlı," dedi Deren, neredeyse üzerine doğru ilerliyordu ki kendini durdurdu.

Derya önüne dönerken ben de Deren'e arkasından yaklaştım. Gözleri birkaç saniye beni ve üzerimi, bacaklarımı izledi. Yaman, iki metre ilerideki sandalyede oturuyordu ve ne yazık ki darp edilmişti. Yanımdaki yumruğumu sıkıp onunla göz göze gelmeye çalıştım ama çok profesyonel olduğu için benimle göz teması kurmadı. Elleri arkasında bağlanmıştı. Derya, Nalan'ı almaya adamlarla gidip anlaşıldığı üzere Yaman'ı da paket yapmıştı.

"Yani bu adam Nalan'ı kaçırdığı için Nil'i de kaçırmış olacağını mı düşünüyorsun?" dedi Deren, Derya'ya.

"Mantıksız mı?" dedi Derya, gerçekten Nil'i düşünüyormuş gibi.

Gerçekten, bu adam insanı çıldırtırdı.

"Nil'i bu kadar düşünmen gözlerimi yaşartıyor," dedi Deren, ellerini kotunun cebinden çıkarıp Yaman'a yaklaşırken.

"İyilikte yaramıyor."

Deren Yaman'ın kafasını tutup yukarıya doğru kaldırdığında yüzümdeki poker ifadeyi korumaya çalıştım. Yaman'ın bakışları Deren'in gözleriyle birleştiğinde, "Kızımı kaçırdın mı?" Diye sordu, her ihtimali değerlendirdiği için. "Nalan'ı kaçırdığın gibi Nil'i de mi kaçırdın?"

Olayları nasıl kontrol edip onu kurtarabileceğimi düşünürken, "Nalan'ı, babasından fidye istemek için kaçırdım," dedi Yaman, gerçekçi bir sesle. "Nil... Onu görmedim, kaçırmadım."

Ah, aslında tam olarak Yaman kaçırmıştı.

Derya'nın bakışlarını üzerimde hissedince dönüp ona karşılık verdim. Beni tekrardan tuzağına düşürdüğü için gönülden eğleniyordu. Parmağımı boynuma götürüp boğazını kesiyormuşum gibi davrandığımda küçümseyici bir bakışla önüne döndü.

"Nereden emin olacağım?" dedi Deren, Yaman'ın tepesinde bir yırtıcı gibi yükselerek. Parmaklarını boğazına sarıp sandalyesinde geriye itti. "Nalan'ı kaçırmışsın, alıkoymuşsun. Belki de o çete üyelerinden birisisin."

Yaman nefes alabilmek için öksürmeye başlayınca panikledim. "Ne çetesi? Hem... babası sen misin?" Evet, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranması iyiydi. "Şu... adamı babası sanıyordum."

Derya oyuna karşılık vererek, "Herkes öyle biliyor," dedi.

"Buraya kadar gelmişken seni öldürür, öyle giderim," dedi Deren omuz üstünden dönüp kontrolsüz, delirmiş gözlerle Derya'ya bakarken. "Seni neden hâlâ öldürmedim, onu da bilmiyorum ya."

Derya kendini süzdü. "Bence bana karşı ufak da olsa bir sempatin var."

"Evet, sikin kadar ufak."

Derya'nın eğlenen ifadesi düştü ve dişleri arasından tıslarken, Deren'de gözleriyle beni kontrol edip Yaman'a döndü. Yaman yarı baygın gözüküyordu, belki de konuşmamak için böyle davranıyordu. Deren onu sarsıp, "Tüm gözler zaten Edip Akşın'ın üzerindeyken Nalan'ı kaçırman yürek ister," dedi. "Arkanda biriler olmalı. O çete değil mi? Feda'yı da hastaneden siz mi kaçırttınız? Önce kızım? Sonra annesi? Sebebi ne orospu çocuğu?"

Evet, Feda'yı da hastaneden Yaman kaçırmıştı. 

Deren Yaman'ı tartaklıyordu, acımasızca öldürebilirdi de. Diğer çete üyesini gözünü kırpmadan vurmuştu. Bir şeyler yapmalıydım ama ne?

"Bu, Nil'i kaçırdığını gördüğüm adama benzemiyor," dedim Deren'e arkasından yaklaşarak. Elimi pansumanlı koluna koyarak okşadım. "Bence Derya adama çok sinirlendiği için ölmesini istiyor. Ve kendisi yapamayacağı seni kışkırtıp öldürmeni sağlamaya çalışıyor..." duraksayıp etrafıma baktım. "Hatta bir yerde kamera bile olabilir, seni kaydedip polise verir."

Deren'in Yaman'ı boğan elleri hafifçe gevşedi ve Yamanla saniyelik olarak göz göze geldik. Onu kurtaracağımın güvenini vererek Deren'e döndüğümde, gözlerinin bana karşı çok yakın, minnetle baktığını görüp afalladım. "Bugünlerde benim aklım sen oldun," diye fısıldadı.

Bir süre gelen acıyı sindirmeye çalıştım.

Derya bağırarak bize yaklaştı. "Ne alakası var? Ne kamerası? Olanı olduğu gibi anlattım! İyi, ben de adamı polise teslim ederim, ne yaparlarsa yaparlar!"

Hayır...

"Orospu çocuğu," kelimeleri Yaman'ın ağzından dökülünce hepimiz ona baktık. Derya'yı izliyordu. "Nalan'ı kaçırmayı birkaç kez daha denerken seni de görmüştüm. Yanında o küçük kız vardı... Her defasında ona çok kötü davranıyordun. Bir baba kızına karşı nasıl böyle davranabilir diye düşünüyordum hatta..."

Roller değişti ve bize doğru ilerlemeye başlayan Derya gerilerken, bu kez Deren onun üzerine yürüdü. "Ne diyor bu adam?" diye fısıldadı, zaten bağırmasına gerek bile yoktu.

Derya daha ağır nefes alıp verirken kafasını iki yana salladı. "Uyduruyor... Hem bak, kendi ağzıyla söyledi Nil'i de gördüğünü. O kaçırmış olabilir."

Bu kez onun korkusuyla ben eğlenmeye başladım ve Yamanla göz göze gelip sırıttık. Deren, zaten hep şüphelendiği bir şey olduğu için Derya'ya iyiden iyiye yaklaştı ve bu kez onu gömlek yakalarından kavrayıp burnunun dibine çekti. Elleri sinirden zor hareket ediyordu. "Derya... Nil döndüğünde tekrar tekrar soracağım. Eğer o bir şeyleri itiraf ederse, kafasında seninle ilgili kötü bir anı bile yer edindiyse... Kısa ve öz, seni öldüreceğim."

İyi, en azından Derya'da ölecekti.

"Kafayı yedin herhalde!" Derya üste çıkarak Yaman'ı işaret etti. "Üvey babası olduğumu anladığından sallıyor, seninle beni birbirimize düşürmeye çalışıyor! Adam Nalan'ı kaçırdı diyorum, sen bana saldırıyorsun!"

İkimiz iki ayrı şekilde Deren'in aklını karıştırıyorduk.

Bu yüzden omzunun üzerinden bir daha Yaman'a doğru sinirle baktı. Pansumanlı kolundan kan sızdığını görünce de önceliklerimin sırası değişti ve ayaklarım beni ona sürükledi. Kolundan tutup onu Derya'dan uzaklaştırırken, "Bırak bu piçleri, kolun kanıyor," dedim.

Yaman bana dik dik baktı. Şey... Ona da piç demek istememiştim.

Deren gerilemiş olsa da beni dinlemiş değildi. Kolunu çekip arkasını döndü ve ellerini saçları arasından geçirerek volta attı. Derya ile birbirimize dişlerimizi çıkardık. Her şeyi mahvediyordu. Deren'i bu süreçte daha fazla zorlamak, yıpratmak için var gücüyle çalışıyordu.

"Aklımla oynuyorsunuz," dedi Deren ve bir anda Yaman'a doğru hareket edince gözlerim kocaman açıldı. Yaman'ın oturduğu sandalyeye kuvvetle vurdu ve sandalye yana devrilince, Yaman'ın kafası sertçe zemine çarptı. Duygusuz kalmakta zorlanarak dişlerimi sıkarken, Deren yeni bir hamleyle Yaman'ın önüne eğilip saçlarından tuttuğu gibi yere çarptı kafasını. "O çetenin üyesi misin?"

Yaman üst üste aldığı darbelerle sersemlediği için sesinin sağlamlığı azalmaya başladı. "Hayır dedim, tek başımayım."

"Üzerinde takım elbise var lan!" Deren, onun aklıyla alay ediyormuşuz gibi daha da tahammülsüzleşiyordu. "Öylesine birisi olmadığın aşikâr, kafa bulma benimle... Söyle, kim için çalışıyorsun?"

"Belki tanıdığımız birisi içindir," dedi Derya, bana bakıp.

"Sen sus! Bilhassa aklımı karıştırmak için konuşup duruyorsun..." artık gerçekten acıdan ve öfkeden akıl sağlığını koruyamıyordu. "Telefonunu kontrol ettin mi?"

"Kapalıydı, şarjı bitmiş."

Hafifçe yana kayıp Yaman'ı daha iyi görmeye çalıştım ve alnından kan sızdığını görünce... çok kötü oldum. Deren'i durdurmaya çalışmalıydım, bu şekilde olmazdı. Adama hiç acıması yoktu. "Feda'yı tanıyor musun?" diye sordu bu kez ona.

Yaman gözlerini açıp birkaç saniye kırpıştırdı ve Deren'in gözlerine odaklanınca, "Bilmiyorumdan anlamaz mısın sen?" dedi, sinirleniyordu. "Kimse için yapmadım. O kadını, babası çok zengin olduğundan kaçırdım!"

"Ben de zenginim," dedi Deren, sanki anlaması için de kafasına sertçe bir tane vurdu. İrkilip istemsizce bir adım ilerledim. "Doğruları söylersen istediğin kadar parayı veririm!"

Çaresizlikten artık... öldürmek istediği adamlara para vermeyi teklif ediyordu.

Yaman'ın alnından sızan kan çoğalmaya başlayınca Deren'e arkasından biraz daha yaklaştım. "Telefonunu şarja koyup açalım," dedim. "Son görüştüğü birileri falan vardır."

Yaman gözlerini tekrar açıp bana baktığında özür dileyen vicdanımı bakışlarıma yansıttım. Kocaman adam, Deren'in öfkesi ve acısı karşısında susuyor, benim adımı bile geçirmiyordu. 

"Konuştu aklın," dedi Derya, az önce Deren bana böyle söylediği için.

Deren Yaman'ı sertçe iterek doğrulduktan sonra bir daha kendi etrafında döndü. Yakınında, dönüp durduğu yerlerde bir çıkış, akıl kırıntısı arıyor gibiydi. Sonra Derya'nın üstüne yürüdüğünde, Derya irkilip geriledi ama Deren ona vurmadı. Elini uzattı. "Adamın telefonu ver."

Derya cebinden çıkarıp telefonu verince, Deren Yaman'a doğru bakıp, "Burada kalsın, başına bir adam koy," dedi. İstediğini alamamanın hıncı içindeydi. "Telefonunu kurcalayayım, illaki arama vardır."

Arkasını döndüğü gibi elimden tutup beni de kendisiyle çekerken, gözlerim omzumun üstünde kaldı. Yaman hiçbir inleme sesi çıkarmıyordu ama yüzündeki ifade aklıma kazınacaktı. Derya ayrı dövmüştü, Deren ayrı. Ne pahasına olursa olsun onu kurtaracaktım.

Dışarıya çıktığımızda Deren'in arabasına ilerledik. Şoför koltuğuna oturup alnında biriken teri elinin tersiyle sildikten sonra telefonu arabasındaki şarj cihazına taktı. Yaman'da benim gibi son aramaları, mesajları siliyordu fakat numaram kayıtlıysa...

Gözlerimi Deren'in koluna bir daha kaydırıp pansumandaki kana bakarken, "Yaranı zorladın," dedim.

Dikkat dağınıklığıyla yüzüme bakıp bir şey demeden tekrar telefona döndü. Siyah ekrana şarjın dolduğuna dair bir görüntü düşmemişti. Deren sinirlenerek şarjı çıkardı, yeniden taktı. "Neden açılmıyor ki?"

"Deren, koluna bir bakayım, sonra telefonla ilgileniriz." Benden uzakta olan koluna dokunduğumda göğsünden sıkışmış bir nefes bırakıp arkaya yaslandı. Pansumanın kenarındaki bandı kaldırıp bakınca yaranın henüz iyileşmediğini gördüm. "Kolunun üzerine mi yattın? Geceden sabaha hiç iyileşmemiş."

"Ne yatması ya! Ne yatması! Ben uyuyor muyum Karmen!" Gözlerini kocaman aça aça, suratıma doğru haykırdı. "Benim uykum mu var? Benim gecem gündüzüm mü var? Benim... başımda aklım mı var?"

"Ben..." yine aynısı oldu; bir duyguyla karşılaştım, kafamı kalbimden içeriye sokup ona baktım. "... yara biraz olsun iyileşir diye düşünmüştüm. Hiç iyileşmediğini görünce..."

"Uzak dur benden," dedi kolunu çekip arkaya yaslanırken. Titreyen elini şakağına koyup gözlerimi yumdu. "En sonunda birisine zarar vereceğim, uzak dur benden."

Elimi bir daha ona götürmedim. Dokunmaya da hakkım yokmuş gibi hissediyordum zaten. Üstelik dokunmayı çok istediğim adama...

"Ben... Kendi arabama gideyim o zaman," dedim ve onun sıkışmış gibi inip kalkan göğsüne endişeyle bakıp kendimi dışarıya attım. Mekânı izleyerek aracıma gittim. Derya hâlâ içerideydi ama Deren burada olduğu için bir şey yapamıyordum. 

"Senin de adını o listeye yazacağım Derya, bu olsun istiyorsun."

Arabama binip Deren'in kendi arabasını çalıştırmasını izledim. Peşinden gitmesem, burada kalmaya devam etsem ne alaka diyecekti. Bu yüzden aracımı çalıştırıp arkasından gitmek zorunda kaldım. Bu tenha semtin sokaklarından uzaklaşırken arabayı çok hızlı kullanıyordu. Aklım Yaman'da ve dün gece öğrendiklerimde olduğu için onun durduğunu geç fark ettim. Bir telefoncu önünde durmuştu. Dışarıya çıktım ve o telefoncunun kapısını açarken, ben de koştum. 

Telefoncuya girdiğimde Deren'in telefonu tezgâhın arkasındaki adama uzattığını gördüm. Diğer bir adam da benim girdiğimi görüp, "Buyurun?" dediğinde, Deren adama kendisini gösterdi. Bunun üzerine adam işine döndü ve Deren'e arkasından yaklaşıp telefona baktım. 

"Şarja taktım, açılmadı," dedi Deren, gergin sesi hemen yansıyordu karşı tarafa. "Neyi vardır, bir bak."

"Bir darbe aldı mı abi?"

"Olabilir.”

Adam da telefonu şarja taktı, bir dakika bekletti ve kendisi de açılmadığını teyit edip, "Sert düşmüşse o yüzden kapanmıştır," dedi.

"Ne yapılabilir?"

"Format atarsak kendisine gelir belki."

Deren olumsuz cevaplar almaya tahammülü kalmadığı için gözlerini kapatıp soludu. "Format atılırsa da içindeki her şey silinir," dedi.

"Haliyle."

Deren kafasını sallayıp telefonu geri aldı ve adamın omzunu sıkıp, "Eyvallah," dedikten sonra benimle dükkândan ayrıldı.

Dışarıya çıktığımızda onun kolunu bu kez ısrarcı şekilde kavrayıp pansumana baktım. Kan çoğalmıştı. "Kafayı taktın koluma," dedi.

"Bu yaşına kadar birisi senin için hiç endişelenmedi mi? Neden o kadar yadırgıyorsun senin için endişelenmemi?" 

Gözleri üzerimde sabit kaldığında yukarıya doğru baktım. Hep böyle tahammülü yokmuş gibi hiddetle mi bakıyordu acaba? Eminim Nil'e böyle bakmıyordur. "Yadırgamıyorum ama sen de beni anla gözünü seveyim! Yani şu durumda kolumu nasıl umursayayım? Gözüm nasıl başka bir şeyi görsün? Mümkün mü bu?"

"Mümkün değil ama yara aldığında tedavi etmen gerekiyor, ben de bir hemşire olarak bunu söylüyorum." Elimi eline doğru kaydırarak parmaklarını okşadım. "Az önce bana aklın olduğumu söylemiştin. O zaman düşünemediğin yerde düşünmeme karşı çıkma."

Gözlerini kıstı. "Sen lafı bana akılsız mı demeye mi getirdin?"

Aaaa, pes ama! "Ne alaka?"

Parmaklarımı parmakları arasından geçirerek tenlerimizin uyumunu, birbirine olan hassasiyetini izlerken, "İnsanlar bir geceyi uykusuz geçirdiğinde bile sonraki gün uyuşuk hissederler, zihinlerini toparlayıp konuşmakta zorluk çekerler," dedim. "Sen günlerdir uyumuyorsun. Sonuçta fantastik karakter değilsin, olacağı buydu."

"Senin gibi dertsiz değilim, uyuyamıyorum," dedi, onu yeniden uyuması için ikaz etmeme kızarak.

Dudağımı kıvırdım. "Doğru, ben geceleri mışıl mışıl uyuyorum."

Merkezi bir yerde olduğumuz için gözlerimi etrafta dolaştırıp eczane aradım. Yardım çantam Deren'in evinde kalmıştı. Sokağın köşesinde kalan eczaneyi görünce Deren'i elinden çekiştirmeye başladım. Bu kez itirazsızca peşimden gelirken, gördüğüm insanların yüzleri karmaşık, şekilsiz bir hal alıyordu.

"N'oldu? Sessizleştin?" dedi.

Sessizleşmek... Kelimeler zarar vermeye başladığında ortaya çıkan bir isyandı sanırım.

"Konuşmamı istediğini sanmıyorum. Ne desem tersliyorsun."

Eczaneden içeriye girdiğimizde Deren'i köşede bulunan sandalyelerden birisine oturttum. Gözleri benden ayrılmazken çalışan kadına seslenip kolunu gösterdim. Kadın tezgâh arkasından çıkıp Deren'in pansumanını çıkarırken, "Kim yaptı bunu?" dedi, Deren'e. "Çok başarısız bir pansuman olmuş."

Övgü için teşekkürler...

"Sevgilim," dedi, beni göstererek.

Kadın bana anlayışlı bir gülümseme göndererek pansumanı yapmaya başlayınca, Deren'in yanına oturup yakından izledim. Herhalde malzemem kısıtlı olduğu için başarısız olmuştu, yoksa ben de harika pansuman yapmayı bilirdim. Kadın yarayı temizleyip pansumanı bitirdikten sonra kapatırken, "Sevgilimin eli daha hafifti," dedi Deren.

Kadın gülümseyerek elindeki plastik eldivenleri çıkardı. "Sevdiğinizden öyle gelmiş olabilir."

Ücret ödeyip eczaneden ayrıldık ve tekrar arabalarımızın olduğu yere ilerledik. Hiçbir şey demeden kendi aracıma gidiyordum ki, elimden tutup kendisine çevirdi beni. "Selamsız sabahsız, iki çift laf etmeden mi gidiyorsun?"

"Evime dönüyorum, sonra görüşürüz."

İki çift laf etmeme dudağını kıvırdı. "İki çift laftan anladığın bu mu? Türkçe deyimleri karıştırıyorsun. Lafın gelişi iki çift laf diyorum..."

İki çift dört etmiyor muydu? Dört kelimelik bir cümle işte...

"Ben... Hep dört kelime sanıyordum onu," dedim utanarak, istemsizce kızarmıştım.

"Manyak," dedi ve sonra beni bir anda çekip göğsüne bastırınca, aramızda eğrelti duran bu sarılmanın hissiyle gözlerimi yumdum. Boğazım nefesimi tuttu, elleri sırtımda birleşmiş olmasına rağmen kalbimdeymiş gibi hissettim. Bir mumun uzun uzun yanışı boyunca devam etmesini istedim bu sarılmanın. Mum söndüğünde etrafı kaplayan karanlık gibi, her şey karanlığa bürünecekti zaten. "Canını yerim senin..." duraksadı. "Ama korkma, gerçekten yiyecek değilim. Hani, lafın gelişi..."

İç çekerek uzaklaştığında ben de bir adım geri çıktım. Kolunu omzuma atarak beni arabama kadar götürdü. Şoför koltuğuma oturunca açık camın üstüne kollarını koyup yerleşmemi izledi. Çenesiyle işaret edip, "Kemerini tak," dedi.

"Hav. Emredersin. Hav."

İkinci kez bunu yapmama göz kısıp bir daha kemeri gösterince uzanıp taktım. Aracın içinde öten sesi sevmediğim için zaten takacaktım. Ellerimi direksiyona koyduğumda ellerini arabadan içeriye sokup direksiyondaki ellerime dokundu, parmaklarımı yavaşça direksiyonla birlikte okşadı. "Direksiyona ayrı bir yakışıyor ellerin."

"Daha çok yakıştığı şeyler var," diyerek göz kırptım ve camımı kapatmaya başladım. Ellerini son anda çekip camla kapı arasından kurtardığında göz kırpıp arabamı çalıştırdım. Vitesi ileriye atıp son sürat uzaklaştım.

Eve değil, Feda'nın yanına gidecektim. Dün öğrendiklerimden sonra Feda ile yeterince ilgilenememiştim. Eminim ki üzülmüştür, telafi etmem gerekirdi.

Onu bıraktığım eski hapishaneye ulaşıp yanıma aldığım şeylerle birlikte içeriye girdim. Katları çıkıp en üst kata ulaştıktan sonra koğuşun kapısını açıp Feda'ya baktım. Gözleri kapalıydı, odanın ortasına kadar ilerleyebilmişti. Yanına gidip suratına vurdum. "Kendine gel."

Gözleri ağır ağır açıldı ve nerede olduğunu kavradıktan sonra, "Su," dedi.

Elimdeki poşeti kaldırıp içinden suyu aldım ve içtikten sonra derin bir nefes verdim. "Susuzluğa üç güne kadar dayanabilirsin."

"Orospu," dedi başını yere koyarken. "Sana gerçekleri anlattım. Gidip o piçten intikamını al, benden daha ne istiyorsun?"

Onun yanına eğilip bıçağımı çıkardıktan sonra düşünceli şekilde ellerinde dolaştırmaya başladım. "Onun da sırası gelecek ama öncelik senin." Gözleri tekrar açıldı ama duygu taşıyacak kadar kendinde değildi. "Karina'yı kaçırdıktan sonra n'aptınız? Adım adım anlat."

Ellerini, üzerinde duran bıçaktan çekmeye çalıştığında bıçağın sapını daha kuvvetli tutup sertçe baş parmağına bastırdım. Bıçak baş parmağımın ortasından geçip ucu yere değene kadar ilerledi ve bağırması bu hareketime eşlik etti. "Lan manyak..." nefesi kesildi. "Bunun hesabını soracağım, sen beni çok hafife alıyorsun..."

"Hayatta kalırsan sorarsın." Bıçakta parlayan kanı birkaç saniye izledim ve sonra parçalanmış parmağına bakıp oturdum. "Karina'yı kaçırdıktan sonra ne yaptınız?"

Dişleri arasından acılı soluk verip gözlerini yumdu. "O Rus piçi ne istiyorsak yapmamızı söyledi," dedi. "Biz de... Her çocuğa yaptığımız gibi bir süre polisten kaçırdık onu. Sonra... Bursa'ya, hastaneye götürdük."

Bu aşağılık karşısında ağlamamaya çalışıp elimdeki bıçağa baktım. Aslında o kadar acizdim ki... Kızımın son anlarını dinlemek için, onunla ilgili şeyleri öğrenmek için katiliyle konuşuyordum.

"Ne olduğunu anlamış mıydı?" diye sordum.

Elini bana doğru uzattığında, parmağı için bir şeyler yapmamı istediğini anladım. Tabi yapardım. Ona kinle bakıp bıçağı havaya kaldırdım ama gözlerini büyütüp elini hemen geriye çekti ve sallanan parmağının acısıyla ağzı açık kaldı. "Kızım neler olduğunu anlamış mıydı?"

“Farkında değildi," dedi. "Az çok hatırlıyorum. Diğer kaçırdığımız... çocuklardan daha küçüktü, dilendiremezdim. Günlerce öyle... diğer çocukların yanında oturup ağladı. Diğerlerine sus denince susuyorlardı, anlıyorlardı çünkü ama senin kız yabancı, anlamıyordu, susmak bilmiyordu."

"Susmayınca… n'aptınız?"

Sızlanarak inlemesi konuşmasını engelledi. Ancak bir dakika sonra, "Onunla mı uğraşacaktık?" dedi hırsla, benden intikam alır gibi. "Odamdan çıktım, sesine kadar gittim. Bir köşeye yaslanmış, boynunda bir zincir parçasını tutarak ağlıyordu..." boynuna taktığım haçtı, Tanrı'nın onu koruması için hediye almıştım. "... beni görünce gözlerini geyik gibi açtı, saçı başı birbirine girmişti, sümüğü akmış, yüzü kirlenmişti. Ağır ağır önüne kadar ilerledim, bir daha sus dedim ama nafile…" gözlerini bir anda açıp bana baktı, parmağının acısı hâlâ geçmediği için gözleri ıslaktı. "Madem öyle dedim, kemerimi çıkardım, susmayan sen misin diyerek buna..."

"Sus," diye kekeledim.

"Evet, ben de öyle dedim ama susmadı. Kemerle bir iki vurunca da bu kez korkup çığlık attı, daha çok ağlamaya başladı. Ellerini kaldırıp kendini korumaya çalışırken bir baktım diğer çocuklar da ağlama..."

"Sus demiştim." Yerimden fırlayıp üstüne atladım ve o yüz üstü yattığı için, beline oturup kafasını tuttum. Başını arkaya doğru yatırıp boynunu adeta ikiye katladıktan sonra bıçağımı geniş bir aralık oluşturan boğazına yasladım. Son günlerini acı içinde yaşadığını biliyordum ama birisinin ona böyle davrandığını duymak yerine her gün, hatta her saat başı ölmeyi yeğlerdim. "Sen susmayanlara demek böyle yapıyorsun Feda, demek susmayanlar cezalandırılmalı Feda..."

"Orospu," dedi nefes alamadığı için.

"Başka hakaret bildiğin de yok!"

Gözümün önünde onun Karina'ma kalkan eli, kemerin kızımın vücuduna değdiği an belirdi. Hızla tenine çarptığında hissettirdiği acı, kesik kesik çıkan nefesi, ağlayışını bölen hıçkırıkları... Kurtulmak için beni sayıklayışı...

Bıçağı Feda'nın omzuna doğru sapladım ve tepkilerine duyarsız kalarak geri çıkardım. Fışkıran kan kıyafetlerini ıslatıp elime bulaştığında, gözyaşlarım sırasıyla yanağıma düştü. Omzunun acısı onun kıpırdamasına izin vermeyecekti. Hâlâ ileriye doğru hareket ettirmeye çalıştığı ellerini tutmak için sırtından indim ve o bağırırken, ellerini kavradım. Saçlarım yüzümün önüne düşüp ıslak yanaklarıma yapışırken, onun serçe parmağını elinin tersine doğru yatırıp kırmaya çalıştım. Omzunun ve parmağının acısına bu da eklendiğinde çığlıkları binanın içinde yankılanmaya başladı. Parmağı, bir sesle kırıldığındaysa, bu çığlıklar kan dondurucu olmaya başladı.

İkinci parmağını da kırmak için aynısını yaptım. Derisi gerildi ve kemiği zorlanmanın sonucunda bir iki ses çıkararak kırıldı. Parmağın şekilsizce aşağıya düştüğünde orta parmağına da aynısını yapmak içim hiç beklemedim. Parmağına iki elimle birden kuvvet bastırarak kırdığımda, artık çığlık atmadığını fark edip rahatsız oldum. Nefes nefese arkama baktığımda acıdan bayıldığını görüp elini savurdum. Acıyı hissetmezse ceza çekmesinin ne anlamı vardı ki?

"Seni böyle bayıltan acı kızıma neler yapmıştır..."

Koğuşun köşesine çekilip arkaya yaslandım. Ellerimi şortumun kenarlarına sürterek kanı sildim ve sessizliğe doğru yarım yarım hıçkırdım. Bir insanın çekebileceği en büyük acının, çocuğunu kaybetmesi olduğunu, Karina'yı kaybetmeden önce de biliyordum. Fakat onu bu şekilde kaybetmek, o acıyı kıyassız, zamansız, sonsuz... tahammülsüz yapıyordu.

Her şey çok anlamsızdı.

Kalbimin yeniden çarpmaya başlaması bile.

"Gözlerimi her kapattığımda önüme mutlu yüzünün değil de ağlayan yüzünün gelmesine daha ne kadar katlanabilirim..." güçsüzce kendimi yere bırakıp ellerimi de kirli yere koydum. İlerideki kan ve kırık parmaklara bakarak sessizce ağladım. Karşımdaki adamı bıçaklamıştım, parmaklarını kırmıştım, dövmüştüm ama ben hâlâ ondan daha fazla acı çekiyordum.

Ben asla bir karşılık alamayacaktım.

Onlar asla benim çektiğim seviyede bir acı çekemeyecekti.

"Ama yine de hepinizin bir sırası var.”

Dakikalarca iç çeke çeke ağladıktan sonra kendimi güçlükle oradan kaldırdım. Bıçağı belime saklayıp koridora çıktım. Katları inerken gözyaşlarıma son dokunuşları yapıp siliyordum. Aracıma bindiğimde aklımı başıma toplamak için bir süre bekledim. Yaman'ı almaya gidecektim ama hazırlıklı olmalıydım. Oraya gittiğimde beni muhtemelen Derya'nın adamlarından birisi karşılamış olacaktı. Onu incitmem gerekirse yapardım ama öldürmem gerekirse sıkıntı çıkardı.

Arabamı birkaç saat önce olduğum mekâna sürdüm. Çok yaklaştırmadan ara tarafta bıraktım ve inip mekâna yürüdüm. Silahım elimde, belimin arkasında dururken etrafımı kontrol ettim ama ilginç şekilde kimseyi görmedim. Yaman'ı alacağımı biliyor olmalıydı, buna rağmen yalnız mı bırakmıştı?

Kullanılmayan bu boş mekânın kapısını açarken son kez etrafa baktım ve ardından kapıyı açtım. Silahımı, içeride birisi olabileceğini düşünerek doğrulttum ama sandalyede yalnız oturan Yaman'ı gördüğümde duraksadım. O da kafasını yukarıya kaldırdı ve beni görür görmez ilk kez çok büyük tepki verdi. "Yaklaşma, dışarıya çık!"

"N'oluyor?"

Saçları karışmış alnına düşmüştü. Yüzündeki yaralar daha belirginleşmiş, göze çarpıyordu. "Karmen, burada kalamazsın," dedi, panik halindeydi. "Çabuk çık!"

Yaklaştım. "Bana kızgın mısın? Çok üzgünüm bunlara sebep olduğum için. Kimse yokken..."

Yaklaştığımı gördüğünde daha hiddetle bağırdı. "Sana çıkmanı söylüyorum! Dinle beni! Karmen... Lütfen buradan ayrıl!"

Derhal arkamı dönüp açık kapıdan dışarıya, sonra da önüme dönüp deponun içerisine baktım ama kimse yoktu. "Tuzak mı?"

Sandalyesinde kıpırdayamadığı halde çırpınmaya başladı. "Çıkman gerekiyor, bilmen gereken bu. Çık ve buradan uzaklaş, eve dön! Böylesi daha iyi olacak, inan bana canım."

Dehşetin yankısı kalbimin duvarlarına yapıştı ve bir saniye ardından koşmaya başladım. Yaman bir daha çıkmamı bağırırken, sandalyenin önünde nefes nefese durup siyah ceketinin yakalarını açtım. Ve aklıma geldiği gibi, orada bir bomba düzeneği gördüm.

"Kahretsin!"

Yaman gözlerinden ateş saçarak daha yüksek sesle bağırdı. "Çık diyorum, çık! Niye gitmiyorsun! Beraber ölmemizin bir faydası olacak mı sence?"

"Sana inanamıyorum, benim yüzümden ölmek üzeresin..." kızgınlığım ondan çok kendimeydi, ona değil de aslında kendime bağırıyordum. "Derya mı yaptı bunu? Ne zaman?"

"Git!" Diye haykırdı sorularımı umursamadan.

"Seni almadan olmaz." Silahımı suratına doğru salladım. "Sus, düşünüp bir çözüm bulayım."

Ceket yakalarını bir daha açıp üzerine bağladıkları bombayı inceledim. İki tane uzun, silindir şeklinde oluşmuş düzenekti ve onlardan uzanan kablolar üzerinde sayılar yazan mekanizmaya bağlıydı. Bir an sayıları takip ettim ve bunun, bombanın patlaması için kalan saniyeler olduğunu fark edince ürperdim. 

Sadece dört dakika mı?

"Çok az bir zaman bu," dedi Yaman, bana doğru. "Kimi çağırsan yetişemez, o kadar vaktim yok. Arabana binip git, dört dakikada ancak uzaklaşırsın Karmen."

"Ölmene izin veremem," dedim bu kadar kolay anlatmasıyla üzülerek. Canının hiç mi değeri yoktu? "Daha önce benzeri bir şeyle karşılaşmıştım. Hangi kablonun devre dışı bırakılması gerektiğini hatırlamıyorum."

"Ezbere konuşuyorsun, bu kablo her bombada farklı olabilir." Yüzünden ter süzülüyordu ama göğüs kafesini, üzerinde bomba olduğu için sabit tutmaya çalışıyordu. "Lütfen git, ikimizin birden ölmesine gerek yok."

Cebime uzandım ve telefonumu aldığım gibi Derya'yı aradım. Açmasını beklerken diğer bir seçeneğim vardı, Noah'ı aramak. Belki o da bilebilirdi. Derya telefonumu, "Demek Yaman'a ulaştın," diyerek açtığında, doğrularak kendi etrafımda öfkeyle döndüm. "Çabuk bombayı nasıl etkisiz hale getireceğimi söyle. Sana küfredecek vaktim bile yok Derya! Derhal n'apacağımı söyle, sonra hesaplaşacağız seninle."

Bir süre düşünüyormuş gibi ses çıkarıp, "Acaba mavi kablonun mu kesilmesi gerekiyordu," dedi. Keyifli keyifli gerindiğine yemin edebilirdim. "Yoksa sarının mı?"

"Bunu yapıyor olamazsın," dedim.

"Bence ikimiz de büyük oynamayı seviyoruz."

Yaman, "Şuna yalvarma," diye homurdanırken, ben, "Söyle," diyordum. "Ne yapmam gerektiğini söyle. Yaşaması sağlarsan söz senden intikam almayacağım. Ama ölürse... Yemin ederim çok daha büyük oynarım."

"Tamam tamam," dedi, duygusallaşmak tadını kaçırmış gibi. "Mavi kabloyu kesmen gerekecek..." ben derhal Yaman'ın önünde eğilmişken, Derya duraksadı. "Ya da yeşil miydi? Bak, ben de hatırlamıyorum."

"Derya! Oyunun sırası mı? Neyden bahsediyorsun? Birisini öldürmek o kadar kolay değil!"

Güldü. "Bir mafya örgütünün bunu demesi gülünç."

Onu ikna etmek için daha yumuşak davranmaya kendimi hazırlamıştım ki çağrının sonlandığını fark edip ekrana baktım. Gerçekten bunu yapıyordu, Yaman'ın ölmesini sağlıyordu. Telefon elimden düşünce bir daha bombaya uzandım ve bir dakikadan az kaldığını görünce, "Birini koparıp risk almalıyım," dedim. "Yüzde otuz üç ihtimal, tamamen ölecek olma ihtimalinden daha iyidir."

Yaman kelepçeli ayaklarını kaldırıp beni olabildiğince itmeye çalıştı. "Buradan git! Bunca şeyi kızın için yapıyorsun, benim için ölecek değilsin! En başından beri bu işin tehlikeli olduğunu zaten biliyorduk! Karmen? Sana söylüyorum."

Arka cebimden bıçağı çıkardım ve otuz saniyeden az kaldığını okurken düşünmeden mavi kabloya uzandım. Telefon konuşmamız sırasında iki kez mavi kablodan bahsetmişti. Belki de kesilmesi gereken kablo oydu ve bilinç altı da bunu bildiği için iki kez dile getirmişti. Yaman, artık bana çıkmamı söylemesinin bir faydası olmayacağı için pes edip, "Tüm suç Gece'ye kalacak," diye fısıldadı, o saniye bunu düşünüyormuş gibi.

"Merak etmeyelim. Babası oldukça varlıklı. Onu koruyacaktır."

Aklımdan yalnızca o üç kişi geçerken, bıçağı kullanıp tek harekette mavi kabloyu kestim. Kablo iki ayrı parça olup uzaklaşırken, durması için saniyeleri takip ettim ve tam on üçüncü saniyede takılı kaldığında elimdeki bıçağı fırlatıp kendimi yere doğru bıraktım. Yaman'ın gözleri yavaşça göğsündeki bombayı buldu ve sayıların durduğunu görünce, kestiğim kabloya baktı. Omuzları isterik biçimde sallanırken, "Neden mavi?" diye sordu.

Kahkahalarla gülmeye başladım. "Deli olduğuma bakma, hâlâ zekâ kırıntım var."

"Ama daha çok delisin," dedi.

Stresle yükselen kahkahalarım iç geçirmelere döndüğünde kafamı sallayıp yerdeki telefonla bıçağıma uzandım. Onları cebime koyarken, "İpleri çözecek misin?" dedi.

"Mi dispiace..." sevimli bir özür gülümsemesiyle doğrulup bıçağımla etrafına dolanan ipleri kestim. Bıçağı bile zorluyordu, güçlü ipti. Ayağa kalktığında, artık etkisiz olan bomba düzeneğini de üzerinden çıkarıp sandalyeye bıraktım. "Gidelim, evde pansuman yapayım sana."

Başını sallayıp etrafa baktı. "Bir iz bırakma. Deren'in aklında beni senin kurtardığına dair bir şüphe oluşmasın."

Ben de onun gibi bakındım ve kendime ait olan eşyaları alıp çıkışa ilerlemeye başladım. Vücudu ağrıyordu, yüzü de acıyordu ama yine de olması gerekenden dinçti. Kapıdan çıktığımızda yürümesine yardımcı oldum. "Arka koltuğa otur istersen, rahat edersin."

"Klimayı da açar mısın, terledim."

Gözlerimi devirip onu arka koltuğa yerleştirdim ve sonra kendim de oturup aracı çalıştırdım. Bir an önce buradan ayrılmayı istiyordum. Arabayı son hızda kullanmaya başlayıp eve doğru sürerken, "İyi misin?" diye kontrol ettim.

"Klimayı açmadın."

Klimayı açıp olabilecek en hızlı şekilde Şile'ye sürdüm. Bir saat kadar sonra yazlığa ulaştığımızda inip Yaman'a da yardımcı oldum. Evin kapısını açıp içeriye girdiğimizde de Gece oturduğu koltuktan kafasını kaldırıp şaşkınlıkla baktı. "Yaman... N'oldu sana?"

"N'omuş Yaman'a?" diye kafasını oyuncaktan kaldırdı Nil.

Yaman'ı koltuğa doğru attım ve Gece derhal onun yanına oturup yüzüne bakarken, "Manyak mısın Karmen, düzgünce bıraksana," dedi.

"Bir şeyi yok," dedim omuz silkerek.

Nil koşa koşa yanımıza geldiğinde Yaman'ın yüzüne bakmasını istemediğim için onu kucağıma alıp yüzümü kendime çevirdim. Bana da şaşkınca bakıyordu. "Yaman'ı dövdün mü?"

Beni cidden gülümsetti. "Evet, kulaklarından tavana asıp dövdüm."

Bana gülmemeye çalışıp kucağımdan inmeyi isteyince bırakmak durumunda kaldım. Gece Yaman'ın yaralarına korkarak elini değdirirken, "Acıyor mu?" diye sordu. Sesini bir hassasiyet kaplamıştı. "Karmen, yaralarına baksana, ne duruyorsun öyle?"

"Sen tırtılımı alıp yukarıya çık."

Gece arada kalarak Yaman'a bakınca, Yaman ona göz kırpıp sanki çok acı çekiyormuş gibi sızlandı. "Yanında kalıp elini tutsam?"

Gece'ye göz devirdim. "Yok daha neler! Çocuk bu mu adam? Yani evet, şu an biraz çocuklaştı ama bilerek yapıyor..."

"Ah," diye inledi Yaman, başı koltuğa doğru değil de niyeyse Gece'nin göğsüne doğru düşerken.

Gece ona şefkatle baktı. "Nil görmesin, birazdan gelirim."

"Yaman," dedi o sırada Nil, Yaman'ın dizine dokunarak. "Öpeyim mi? Geçey."

"Fırsatçı," diyerek Nil'i kucakladı ve onu hızla yukarıya çıkardı.

Gözden kaybolduklarında gelirken aldığım eşyaları torbadan çıkarıp Yaman'ın suratına pansumanını yaptım. Yaralarına müdahale edip temizledim, gerekli merhemleri sürüp üstünü kapattım. Sonrasında bir ağrı kesici içirip uykuya bıraktığımda, kocaman bedeni koltuktan taşmış halde uykuya daldı.

Odaya çıktım ve Gece aşağıya inip Yaman'ın başında beklemeye başladığında, banyoya girdim. Üzerimdeki kan ve iğrençlikten arınmak için suyun altında çıplak kaldım. Kırmızı çiçekli duş jelimle birkaç kez yıkanmak zorunda kalıp saçlarımı da iyice köpürttükten sonra durulandım. Duştan ayrılıp bornozla odama geçince bir süre yatağın üzerinde oturup gökyüzüne baktım. Bir anda üstümü giyinecek halim bile kalmamıştı. Gökyüzünde toplanan bulutlara bakınca bir yağmurun yaklaşmasından korktum. Şekilsiz bulutlarla dolu o gökyüzünü aklımdan çıkaramıyordum. O arabadan ayrılırken Karina'mın gülüşü, yağmur bulutlarının arasından süzülen bir ışık huzmesi gibi olmuştu. Hayatımda gördüğüm son aydınlık o andı. Ardı karanlıktı.

Duşa girmeden önce yatağın üstüne koyduğum saç kurdelesini aldım. Sürekli taktığım için çok kirleniyordu ama yanımdan da ayıramıyordum.

Acaba dünyaya yeniden gelse benim kızım mı olmak isterdi? Bence istemezdi. Onu koruyacak bir annenin kızı olmayı isterdi.

İşte bu... Her şey kadar acı veriyordu.

Yakınlardaki telefonumu aldım ve önce tedbir için Yaman'ın telefonunu çaldırdım. Hâlâ kapalıydı, demek Deren telefonu açtıramamıştı. Ardından iki gün önce konuştuğum numarayı tuşladım ve karşı taraftan Noah'ın, "Sonunda," diyen sesini duydum. "Defalarca aradım, çıkmadın Karmen. Bana dönmeni bekliyordum kardeşim."

"Noah," diye fısıldadım. Seneler sonra ona ilk kez ismiyle sesleniyordum. "Abi..." İtalyan'ca devam ettim. "Sana söyleyeceklerim var, beni iyi dinle."

🎠

Karina'yı tekrar tekrar rüyamda görmek için ertesi gün öğleden sonrasına kadar uyudum. Sürekli sıçrayıp uyansam da kafamı geri koyup uyumak için çabaladım. Kendi kendime onu birazdan rüyanda göreceksin diye fısıldadım ama akşama doğru son kez uyandıktan sonra geri uyuyamadım. Karina'yı göremediğim için yatağımda doğrulup kırgın şekilde dışarıyı izledim.

Gece ile Nil'in sesini aşağıdan duyarken, komodinimde yanıp sönen telefon ekranımı gördüm. Alıp baktım, Deren'den bir aramaydı. Pürüzlü sesimi temizleyip aramayı açtıktan sonra, "Deren," dedim, adını söylemem yetiyormuş gibi. "Merhaba."

"Neden hep ben seni arıyorum?" dedi cevap olarak. "Sen beni hiç aramıyorsun."

Yatakta toplanıp daha da grileşmiş o bulurlara üzgünce baktım. Evet, onu yalnızca... çıkarlarım söz konusu olduğunda arıyordum.

"Çok meşgulsün, seni rahatsız etmek istemiyorum," dedim.

İkiye bölünen bir nefes alıp konuşmak için bekledi. "Hava bugün çok soğuktu," dedi.

Dışarıya bir daha baktım. "Dışarıya çıkmadım ama öyle görünüyor."

Her neredeyse çok sessizdi, etrafında ondan başka kimse yok gibiydi. "Bugünlerde Nil'i iki kat fazla giydirirdim." 

Giydirdiğine emindim ama Nil çok fazla kalın şeylerden hoşlanmıyordu. Hırka giydiğinde bir süre sonra çıkarmayı istiyordu. Şimdi ikimiz de aynı şeyleri düşünürken, "Bir gelişme var mı?" diye sormam gerektiğini hissettim.

Cevap vermeden, "Dışarıya çık," dedi buyurganlıkla. "Yanıma gelene kadar üşürsen seni ısıtırım."

“N'oldu? Niye geleyim ki?"

"Kalbinin nasıl attığına bakarak başlamam için."

Karanlık bir duygu midemin duvarlarını alevlendirdi ve dizlerim bileklerime kadar uyuştu. "Evde misin?"

"Değilim, duramadım." 

"O zaman nereye geleceğim?" diye sordum.

Daha sakin bir sesle, "Mesaj atacağım," dedi.

"Tamam o zaman," dedim yanağıma uzanan sıcaklığa dokunurken.

"Üstünden kolay çıkan bir şeyler giy."

Arama kapanınca telefon kulağımda bir süre bekledim ve sonra yatağın köşesine oturup gitmemek için kendime bahaneler dizmeye başladım. Bahane değil, bir araya gelmememiz için sayısız gerçek sebep vardı ama baştan çıkmamı önleyemiyordum. 

Mesaj geldiğinde yataktan kalkıp yanımdaki kıyafetlere bakındım. Üzerimden çabuk çıkacak tek parça siyah, dizlerimin üstüne gelen halter yaka elbiseyi giyindim. Dağınık saçlarımı parmaklarımla tarayıp özensiz yüzüme sırt çevirdim ve ceketimi üzerime attım. Aşağıya indiğimde, Yaman'ın koltukta uyuduğunu gördüm. Hâlâ dinleniyordu. O uyuduğu için de odada sadece gece lambası yanıyordu. 

"Neyeye?"

Sokak kapısına yürürken Nil koştura koştura yanıma geldi. Onun çok istediği yere ben uçarak gidiyordum ve o burada, o günün gelmesini bekliyordu. "Pijamalar çok yakışmış," dedim.

Dönüp beyaz, üzerinde unicorn olan pijama takımına baktı. "Kayina'nındı benim oldu."

"Sana biraz küçük gelmiş." Gülümsemiştim.

Açıkta kalan bileklerine bakarak, "Moda moda," dedi, sanki anlamamışım gibi.

Gece arkasından yaklaşıp onu kucakladı ve salonun içinde koşarken, "Bıcır bıcır konuşunca seni mideme indiresim geliyor," dedi.

Nil kızarak gülerken, evden sessizce ayrılıp arabama atladım. Şile'den çıkıp şehre gitmem zaman alıyordu. Deren'in bu uzun süreden şüphelenmemesini diledim. Konuma yaklaştıkça da geldiğim yeri yadırgadım. Navigasyon beni lüks, büyük bir otelin önünde durdurunca mesajın son kısmında bulunan numaranın oda numarası olduğunu anladım. Neden oteldeydi? Kendince sebebi olmalıydı.

Otelden içeriye girip lobide oyalanmadan asansöre yöneldim. Saçlarımı terleyen ensemden çekerek yirmi dördüncü katta indim ve uzun koridorda onun odasını aradım. Numaraları takip edip kapının önünde durunca telefonumu çıkarıp kontrol ettim, sonra sessizde olduğundan emin oldum. Kapıyı tıklatırken de istemsizce saçlarımı düzelttim.

Kapı açılıp Deren göründüğünde telaşlı elim saçımdan hızlıca indi. Bitkin, kızarmış gözler beni karşıladı ve geçmem için kapıyı sonuna kadar açtı. Altında kotu vardı, üstündekini çıkarıp çıplak kalmıştı. Göğsünün yanından yürüyüp önüne geçtim ve o arkamdan gelirken iki ayrı kısımdan oluşan otel odasına yürüdüm. İlk görünen oturma kısmıydı, açık kapıdan yatak odası görünüyordu. Deren arkamdan gelirken tişörtünün koltukta olduğunu görüp duraksadım. "Neden otel odasında kaldın?"

"Kalmadım, yeni geldim sayılır."

Gözlerini tepeden tırnağa üzerimde gezdirip aramızdaki üç adımı da kapattı. Kalbim, nasıl attığına bakacak kıvama geldiğinde, karşımda durup elini saçlarıma götürdü. İki eliyle birden saçlarımı kulaklarımın arkasına koyarak, "Çok ses çıkarıyorsun," diye fısıldadı.

Hemen sinirlendirdi beni. "Ne dedim ki şimdi?"

Saçlarımı düzeltmesine rağmen parmaklarını kafamdan çekmeyip yukarıdan bana, acı çeken kara gözleriyle baktı. "Sevişirken diyorum... Çok ses çıkarıyorsun. O yüzden buradayız."

"Ah... Anladım."

Yanağını şakağıma doğru yaslayıp saçlarımın önünden öpünce, ölsem yeridir diye düşündüm. Onun bana iyi davranması da benim cezamdı. Ama neden seve seve çekiyorum bu cezayı? Neden böylesine içten razı oluyorum? "Dayak yemişim gibi hissediyorum," dedi kolunu etrafıma sararak. "Tüm kemiklerim ağrıyor, sebebi ne sence?"

Elimi en kolay yoldan göğsüne koyup ağrıyan kısımlarına dokunabilirmişim gibi üzerinden geçtim. "Hastalanıyorsun."

"Hastalanamam," dedi, ona dokunmaya, kalbinin nasıl attığına bakarak başladığım sırada. "Güçlü kalmam lazım."

"Çok güçlüsün," dedim çenesinin altına girerken.

Bedeni ağrıdığına göre gerçekten hastalanacak olabilirdi. Kendisine iyi bakmamasının sonucu buydu. Parmaklarım ensesindeki saçların arasına karıştığında, Deren kendini çekip elimi tuttu. Beni oturma alanından içeriye, yatak odasına doğru götürdü. Kapıdan girdiğimizde çok geniş bir alanda buldum kendimi. Yuvarlak, konforlu görünen yatak vardı. Koyu renklerle dekore edilmişti, lükstü ve çok para verdiği belliydi. Deren beni yatağın ucuna kadar götürdüğünde bordo renkli örtünün üstünde bir paket gördüm. Avuçlarımız birbirini gıdıklarken, "Bu ne?" diye sordum.

Beni bırakıp köşedeki koltuğa oturdu. "Bak.”

Dudaklarımı hevesle yalayıp karşı koyamadan pakete uzandım. Yırtıp açtım ve bir anda elime kumaş dökülünce afalladım. Parmaklarım yumuşak kumaşı kavrarken, elbisenin beyazlığı karşısında duraksadım. Üzerindeki dört yapraklı pembe çiçeklere bakarken, elbiseyi tutup aşağıya doğru bıraktım. İnce askıların omuzlarımda nasıl duracağını düşünerek hafif, dalgalanan eteklerine izledim. Sonra makyaj masasının arkasındaki aynayı görünce oraya koştum, elbiseyi üzerimde tutarak nasıl göründüğüme baktım. Rüyamdakine benziyordum.

"Bunca derdinin arasında çıkıp böyle bir elbise mi aradın?" diye sordum, gözlerimi yaşlar doldururken.

"Bazılarımızın rüyaları gerçekleşmeli," derken gözleri üstüme yakıştırdığım elbiseyi izliyordu.

Aynaya yeniden bakıp başımı eğdim ve hafifçe sallanıp elbisenin ince eteklerini uçuşturdum. İlk kez böyle bir elbisem oluyordu, doğrusu rüyamla birlikte ikinci kez. "Biliyor musun rüyamda da o elbiseyi sen almıştın," dedim bedenimi Deren'e çevirip.

Çektiği acıyı belli etmemeye çalışıyormuş gibi duran gözleri kısıldı ve bir gülümsemeyle karanlık okyanusun ortasında parladılar. "Madem öyle... Giyinsene."

Elbiseyi yatağın ucuna bıraktıktan sonra ceketimle kolayca çıkan siyah elbisemi sıyırdım. Altlı üstlü siyah çamaşırımla kalınca Deren'in gözleri kıvrımlarımda ağır ağır dolaştı. Elimi arkama götürüp sutyenimin klipsini çözdüm, çıkarıp aşağıya bıraktım. Sonra eğilip çamaşırımı da çıkardıktan sonra beyaz, çiçekli elbiseyi başımdan geçirerek giyindim. Askıları omuzlarıma oturdu ve yumuşak kumaş bacaklarıma dokundu. Üzerinden elbiseyi okşayarak çiçeklerine yakından bakarken, "Çok yakıştı," dedi Deren. "Bir kızıma bir de sana çok yakışırdı zaten."

Mutlusun, bir saniye önceye kadar.

Deren... Karina'ya da çok yakışmıştı.

"Gel," dedi.

Elbisenin içinde ona doğru süzüldüm ve iki bacağının arasında durduğumda, koltukta ileriye kayıp aşağıdan gözlerime baktı. Mutsuzluğumu, aslında ne kadar acı çekiyor olduğumu göstermekten kaçınarak kısa saçlarına dokunduğumda, yutkunarak elbisenin eteklerini kaldırdı. Bir eliyle elbiseyi karnımda tutarken, diğer elini bacağımın arkasına götürüp beni ağzına doğru çekti. Dudakları bacaklarımın arasına sert bir iç çekişle değdi.

"Deren," diye soludum elim ensesine yerleşirken.

Hiç cevap vermeden bacaklarımın arasını öpmeye başladı. Gözlerim arkaya doğru yuvarlandı ve elbisenin eteklerinin altında onun kafasını görünce beynim bulanmaya başladı. Kendimi onun ağzına, diline doğru iterek inlerken, fazlasıyla sağlıksız olan bu ilişkimizden deli gibi zevk alıyordum. Bir elim elbiseyi sıkarken, diğeri Deren'in ensesini ağır ağır okşadı.

Hiçbir şey söylemek istemiyordum. Sadece onu hissetmeliydim. Kelimeler bizim ilişkimizi sadece yaralıyordu. Çünkü söylediğim her şey bana dönecekti.

Başını eteğimin altından çekip ellerini pantolon düğmesine götürünce saçlarımı yüzümden çektim ve fermuarını açtım. Parmaklarımız aceleyle birbirine çarpınca boğuk şekilde inledi. Sonra üzerinde ben varken pantolonu indiremedi, beni kucağından indirip koltuğun kenarına koyduktan sonra üzerindeki pantolonla siyah çamaşırı indirdi. Beni kucağına çekti, üstüne oturtup gözlerime doğru bilincini kaybetmiş gibi baktı. "O sesini ve nefesini kısma.”

Bir yüksek nefes sesiyle baş sallayıp bedenimi kaldırdım. Vücutlarımız birbirini tamamladığında kollarımı terlemiş boynuna dolayıp alnımı alnına yasladım. Üzerinde olduğum için yüzlerimiz hizalanmıştı. Elbisem hafifçe üzerime düşüp bizi kapatırken, Deren inleyip eteği bir daha kaldırdı. Vücudunda yükselip alçalmamı izlerken, kafasını hafifçe yana yatırıp dudaklarını boynuna dolanan kolumun içine bastırdı. "Çok tatlısın, güzelsin," dedi.

"Sen çıplakken… ben hâlâ giyiniğim."

"O çiçekli elbisenin altında vahşi, kışkırtıcı kişiliğin olduğunu bilmek hoşuma gidiyor," dedi, kelimeleri dişleri arasından çıkarıyordu. "Bu elbiseyle yumuşak görünüyorsun ama ben senin ne kadar sert olduğunu biliyorum."

Bacağımdaki elini enseme götürüp saçlarımı okşayarak çekti ve ağzını ağzıma kapatıp benimle öpüştü. "Yanıma yürüyüşün, adım seslerin, ufak bir kaş çatışın, dudaklarını somurtuşun ve öldürücü darben dudaklarını kıvırışın… Hepsi beni etkiliyor.”

Her yerim ıslak, terli ve onunla kaplıydı. Bu şekil bir savurganlığın içinde olduğuma inanamıyorum. Hem de Derenle. Fakat öyle baştan çıkarıcıydı ki, ne o ne de ben yalnız olduğumuzda bunu yapmaya karşı koyamıyorduk. Boğazımdan yüksek sesle inlediğimde boynumu yalayan dili duraksadı ve çenemden tutup yüzümü indirdi, buğulu gözlerimi kendisiyle birleştirip, "Gözlerime bak," dedi. Düşünmeden, ilkel dürtüleriyle hareket ediyor gibiydi. "Hatta adımı da söyle.”

"Fazla telapkârsın," diyerek yüzünü arkaya ittim ve onun kafası koltuğa yaslanırken, "Talepkâr olmak yerine kibar ol," diye ekledim. “Sen beni memnun edeceksin."

Yüzüne alçalıp yanağından ses çıkararak öptüm ve bunu yaparken aldığım pozisyon o kadar derinleştirdi ki, Deren istemsiz olarak saçlarımı çekti. Birbirimize saldırır gibi davranıyorduk ve bunun bir kısmı, başa çıkamadığımız acı yüzündendi. Fakat bunun yanında onunla benim aramdaki şeyi daha yoğun yapan daha insani, sıcak, şefkatli şeyler de vardı.

Dudaklarımdaki baskıyı hissedince, aniden gelen öpücük yüzünden ürperdim ve karşılık vermeye çalıştım. Yaptığım son derin hamle o kadar kontrolden çıkardı ki, kendimden geçerken ağzının içine çığlık attım. Sesimi yumuşak bir sesle karşılayıp o da kendini bıraktı.

Kalp atışlarımı hâlâ duyarken beni kucağında tutarak ayağa kalktı. Otel odasının içinde iki üç adım ilerledikten sonra da beni yatağa fırlatıp üzerime çıktı. Bileklerimi başımın üzerinde birleştirip beklemeden vücutlarımızı birleştirdi. Parmaklarımı beni tutan elinde dolaştırarak onun altında kıvranırken, yatağın kumaşları sertçe kırışıyordu.

Bir noktada kendimi kaybettim, o da.

Dudakları yanağımda dolaşarak parmaklarını bacaklarımda, kollarımda dolaştırdı.

Sonra sırt üstü dönüp yatarken başının arkasını göğsüme koydu. Gözlerini tavana kaydırıp hiçbir şey demeden durmaya başladığında, anlayışlı bir sessizliğe bürünerek elimi saçlarına koydum. Kısa saçı ona çok yakıştırıyordum ama parmaklarımı saçlarının arasından geçirmekte isterdim. Bir diğer elimi tutmuş, göğsüne koymuş, parmaklarımı okşarken, "Ağırlık yapıyor muyum?" diye sordu.

Kafasını göğsüme koyduğu için sormuştu bunu. "Hayır.”

Parmaklarımın her birini okşadıktan sonra elimi kaldırıp dudaklarına kadar götürdü. Elimin tersini, avuç içimi öpüp hafifçe ısırdı.

"Ellerin ufak, hafif, bir yere çarpsa hemen acıyacakmış gibi hissediyorum," dedi dalgın dalgın. "Sık sık da yumruk yapıp etrafa savuruyorsun, bir yere çarpmasın diye kontrol etmem gerekiyor."

Saçını okşayan elime doğru baktım. Gerçekten de ince, ona kıyasla küçük ellerim vardı. "Bu eller bir sürü kişiyi öldürdü," dedim.

En çok seni.

"Ama bana iyi geldiler," dedi ve parmaklarımı dudaklarında dolaştırdı.

Gözlerimi yumarak yüzümü yan çevirdim. Parmağıma çarpan her nefesi ciğerime hapsetmeyi istiyordum. O kadar tatlı şekilde dokunduruyordu ki dudaklarını, parmaklarım karıncalanmaya başlamıştı. Üzerimde hâlâ o çiçekli elbise varken anı zihnime midemi saran o vahşi, büyük kelebeklerle kaydoluyordu.

Uyuya kalmışım, bunu uyandığımı hissettiğimde anladım. Gözlerimi açmadan elimi yatağın diğer tarafına götürdüm ve soğukluğu hissedince mızmız ses çıkardım. Gözlerimi ağır ağır açınca karanlık tavanla karşı karşıya geldim. Sonra etrafıma bakınca odada yalnız olduğumu anladım. Doğruldum ve bir süre ses dinledim, hiçbir ses gelmeyince de yataktan kalktım. Elbisenin etekleri üzerimden düştü, askıları da omuzlarımdan aşağıya.

"Deren?" diye seslenerek odanın kapısına baktım.

Odanın kapısını açıp oturma kısmına geçtim. Sadece camdan dışarıya hafif ışık sızıyordu. Eşyaları, etrafımı seçebildiğimde ilerideki kanepedeki gölgeyi gördüm. Çıplak ayaklarımla oraya yürürken, "Deren?" diye seslendim yeniden.

Neden yanımda değil de burada oynuyordu?

Koltuğa yaklaşırken Deren'in hareket ettiğini gördüm. Yanına ulaştığımda göğsünün hızla alçalıp yükseldiğini görmekle kalmadım, bir şeylerle boğuştuğunu da anladım. Kalbim şefkatle sızlarken koltuğun köşesine oturup ona doğru eğildim ve o saniye, "Nalan," dediğini duydum. Ona uzanan elim boşlukta kalırken buz kestim. "Nalan... Nalan!" Bir anda sırtını koltuktan kaldırıp bana çarptı ve kollarını etrafıma dolayıp beni acıtarak kucakladı. "Sana bir şey oldu sandım, çok korktum."

BÖLÜM SONU.